Conferences : Democratisation of the Middle East : M Ali Aslan tr
Section PRESENTATION

Section PROGRAMME

Section INTERVENANTS
Aso Agace (EN- DE- FR- KU)
M. Ali Aslan (EN- TR)
Andreas Buro
Lili Charoeva (Français)
Mirella Galletti
Section INTERVENANTS
Lotta Hedström
Keya Izol
Ilhan Kizilhan
Nina Larsson
Akil MARCEAU (Français)
Kendal Nezan (FR- EN)
André Poupart (FR- EN)
Khaled Salih
Pierre SERNE (Français)
Mozaffar Shafeie
Harry Schute (كوردي)
Ephrem Isa Yousef (Français)
Eva Weil (Français)
Section PRESSE
Nina Larsson tillbaka från Irak
Lotta Hedström
Nina Larsson är på väg till Kurdistan


Chroniques de Marc Kravetz
France-Culture
Croniques de Marc Kravetz 21 nov. | Croniques de Marc Kravetz 22 nov. | Croniques de Marc Kravetz 23 nov.

Hewlerglobe.net
Hewler Globe 29 Nov.

I  N  T  E  R  N  A  T  I  O  N  A L    C  O   N  F  E  R  E  N  C  E
Democratisation of the Middle East
Problems & Perspectives

19-20 November 2005
Organized by : Kurdish Institute of Paris in partnership with Kurdistan Minister of Culture
Iraqi Kurdistan Regional Government, Erbil - Kurdistan

sponsored by the French Ministry of Foreign Afffairs



Ortadoğu'nun demokratikleşmesi,
Kürdistan'ın varlığıyla Türkiye'nin AB üyeliğine bağlıdır

Mehmet Ali Aslan (*)

Değerli arkadaşlar. Sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum

Kürt Halkı, son yüzyılın büyük trajedisini yaşadı.

Emperyalizm, Kürt Coğrafyasını, bölgenin ulus-devletleri arasında paylaştırdı. Bu ülkelerin şoven milliyetçi totaliter yönetimleri, Kürt varlığını ve Kürt değerlerini yoketmek için asimilasyon politikalarını uyguladılar. Kürtler direnince de jenoside varan toplu kıyımlara giriştiler. Kürt trajedisine yol açan bu insanlık dışı, hukuk dışı düzeni, Ortadoğu’ya müdahil olan dünyanın bütün büyük güçleri de desteklediler ve korudular. Kürtler yalnızdı, ama çaresiz değildi. Kürt Halkı, bu büyük güçlerin zalimane saldırıları karşısında tarihte görülmeyen müthiş bir dirençle asimilasyon ve tenkil politikalarına karşı direndi ve varlığını korudu. Bunda Kürt Halkının binlerce yıllık birikime dayalı köklü ve güçlü kültürünün büyük etkisi vardı. Ama önemli etkenlerden biri de, Büyük Kürt Lideri Mustafa Barzani’nin şahsında simgeleşen Kürt Halkının büyük direnişiydi.

Bizler, ailelerimizin hayranlıkla söz ettiği Mustafa Barzani’nin kahramanlık hikayelerini dinleyerek büyüdük. Bu, Irak Kürdistanı’nın dışındaki bütün Kürt toplumları için de büyük bir moral kaynağı oldu. Mustafa Barzani, dünyanın en güçlü ittifaklarına, en zalim diktatorlüklerine ve savaş makinalarına karşı başkaldırmanın ve direnmenin mümkün olduğunu gösterdi.

Kürdistan bir rüyaydı; bütün Kürtlerin rüyasıydı. Bugün bu sayede bu rüya gerçekleşti. Dünyanın dört bir yanına dağılmış Kürtler, bu gerçekliğin yaşaması, gelişmesi ve güçlenmesi için dua ediyorlar. Ama çoğu Kürtler, duaların, hayatın gerçekleri karşısında etkili olamayacağını, her Kürdün kendi bilgi ve becerisini laik ve demokratik Kürdistan’ın hizmetine sunması gerektiğini biliyorlar.

Başta Büyük Kürt Lideri Mustafa Barzani olmak üzere , Kürt rüyasının gerçekleşmesi mücadelesinde hayatlarını kaybedenlerin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyor, Kürdistan yöneticilerine ve halkına sevgi, saygı ve başarı dileklerimi sunuyorum.



Irak kürdistanı’ın tarihi, diktatörlere ve zalim yönetimlere karşı başkaldırının ve savaşın da tarihidir. Saddam bunların en acımasızı, en gaddarıydı. Saldırgan tutumuyla hem içte hem dışta büyük katliamlara ve yıkımlara imza attı.

1980’lerde İran’a saldırdı. Sekiz yıllık savaşta bir milyondan fazla insan öldü. Milyonlarcası yaralandı, sakat kaldı. Savaşın her iki ülkeye verdiği zarar 400 milyar doları aştı.

İran birliklerine karşı kimyasal silahlar kullandı. Sivil hedeflere ve kentlere hava akınları düzenledi. Bu şekilde savaş suçu işledi.

1988’de Kürtlerin yaşadığı Halepçe ve çevresine kimyasal bombalar attı. Sivil halk neye uğradığını şaşırdı. Kaçamadı, korunamadı. Çocuklar oynarken, analar bebelerini emzirirken öldüler. Sokaklar çocukların, kadınların, genç yaşlı sivil halkın cesetleriyle doldu. Hiçbir canlı kalmadı.

O bununla yetinmedi. 180 binden fazla Kürdü ve onbinlerce Şii Arap’ı yok etti.

Bütün bu cinayetlerin faili Saddam ve çevresiydi. Hitler’in ruhu, Saddam’ın bedeninde ortaya çıkmıştı. O Ortadoğu’nun Hitler’iydi.

Dünyanın buna karşı çıkması, onu ve yakın çevresini, işledikleri insanlık suçundan dolayı yargılayıp cezalandırması gerekirdi. Bu hesap, ancak 2003’de görülebildi. ABD’nin önderliğindeki Koalisyon Güçleri Irak’a müdahale ederek eli kanlı diktatörün baskı rejimine son verdiler.

Her ülkenin ve halkın bu olaya bakışı, ABD ve Ortadoğu bölgesiyle olan ilişkilerine göre farklı olacaktır. ABD’nin dış politikasını, müdahaledeki gerçek amaçlarını ve niyetlerini herkes farklı açıdan tartışacaktır.

Kürtlerin durumu çok özeldir. Şayet ABD ve İngiltere’nin koruma şemsiyesi olmasaydı, Saddam ve bazı bölge devletlerinin sandviç operasyonuyla , Kürdistan yıkıma uğrayacak ve bir Kürt katliamı gerçekleşecekti.

Can güvenliği olmayan bir toplumun, kendisini tehditlerden koruyan bir güce bakışı, elbetteki diğerlerinden farklı olacaktır.

Komşu ülkelerin tanklarının, toplarının, tüfeklerinin namluları Kürtlere dönüktür. Bu namluların hedefinde Kürt çocukları, Kürt kadınları, Kürt insanı vardır. Güneyde ise Saddam’ın ölüm kusan savaş makinalarına ve kimyevi silahlarına hedef olmuşlardı. Yalnızdılar, kendilerine yardım edecek hiçbir etkili güç yoktu.

Tarihte ilk kez bir ordu, onları öldürmeye değil, korumaya geliyordu. İlk kez uçaklardan, helikopterlerden ölüm kusan bombalar, zehirli gazlar atılmıyor, onlara dost eli uzatan yabancılar iniyorlardı. Bu ABD ordusuydu.

Kürtler, ABD yönetimine, halkına ve ordusuna şükran borçludur.

ABD, Irak’a haklı ve meşru müdahalesiyle, demokratikleşmenin önündeki engelleri kaldırmış, demokrasiye giden yolu açmıştır. Demokratik, laik ve özgür Kürdistan’nın, bölgede istikrarın, güvenliğin ve barışın tesisi için ABD ile yakın işbirliğine, bütün dünya Kürtleri destek vermelidirler. Antiamerikancı akımların ve ideolojik saplantıların etkisinde kalmamalıdırlar. Halk olarak büyük bir tehdit altında olduğumuzu, komşu ülkelerdeki şoven milliyetçi unsurların Kürtlere diş bilediğini ve Kürdistan’a saldırı için fırsat kolladığını unutmamalıyız.

Dünyadaki gelişme trendini doğru okumalıyız. Bugün dünyada ve bölgemizde barış ve güvenliği sağlamak, demokrasilerin kurulması ve yerleşmesiyle mümkündür. Bu hedefe yönelen toplumlar, dünya kamuoyunu ve dünyanın etkili güçlerini yanlarında bulacak ve onların desteklerini sağlayarak kalkınmayı gerçekleştirecekler ve demokratik bir refah toplumu olma yolunda ilerleyeceklerdir. Şiddete yönelen ve çağdışı kurumları ve anlayışları muhafaza etmeye çalışan toplumlar ise baskı altında ve yoksulluk içinde ömür tüketeceklerdir. Kürdistan yönetimi ve halkı bu gerçeğin bilincindedir ve Ortadoğu’nun en ileri demokrasisini inşa etme yolundadır. Uzun mücadele yıllarının sağladığı tecrübe birikiminin ve Irak’ı yönetmeye ehil, dışa ve gelişmeye açık iyi yetişmiş yönetici kadrolarının bunda büyük payı vardır. Fakat diğer Kürt toplumları da bu gerçeği görmeli, Kürtleri Ortadoğu’nun istikrarının ve güvenliğinin teminatı haline getirmelidirler. Bunun yolu da, sınırları içinde bulundukları ülkelerin halklarıyla birlikte demokratik ve laik bir toplum düzeni oluşturmaktan geçer.

Değişik devletlerin sınırları içinde bulunan Kürt toplumları arasında, uzun zaman ilişkilerin kesilmiş olması ve o ülkelerin rejimleri ve toplum yapıları nedeniyle önemli farklılıklar doğmuştur. Birlikte yaşadıkları halklarla da karşılıklı etkileşim içinde ortak değerler oluşmuştur. Bugün bütün Kürtleri bir ulus-devlet yapısı içinde birleştirme amacı gerçekçi olmadığı gibi değişik Kürt toplumlarının talebi de değildir. Ulus-devletlerin kuruluşunu gerektiren ekonomik nedenler, onların alt yapısını oluşturan milli pazar olgusu da bugün ortadan kalkmış ve bir dünya pazarı oluşmuştur. Globalleşen dünyada, dünün ulus-devlet anlayışı ile politikalar oluşturmak, onun ideolojisiyle olaylara bakmak, tarihin Kürtlere sunduğu önemli bir fırsatı kaçırmak olur. Kürtlerin milliyetçi ve pankürdist söylemlerden uzak kalmaları ve bağımsızlığa vurgu yapmamaları gerekir. Mevcut sınırlar içinde, diğer halklarla eşitlik temelinde demokratik ve laik bir düzeni savunmalıdırlar. Vurgu birliğe yapılmalıdır. Mevcut sınırları muhafaza etmek, birliği korumak, Kürtlerin yalnız başına başaramayacakları bir iştir. Diğer halkların ve grupların da bunu istemeleri ve bunun için Kürt Halkını kendileriyle eşit haklara sahip bir toplum olarak kabul etmeleri gerekir. Bunun gereklerini yerine getirmedikleri takdirde ayrılma kaçınılmaz olacaktır. O zaman, kusur Kürtler de olmadığı için Ortadoğu’da belirleyici olan güçlerle dünya kamuoyu Kürtlerin yanında yer alacak ve onları destekleyeceklerdir.

Kürdistan, denize kıyısı olmayan bir kara ülkesidir. Kürdistan’ın kalkınması, dışa ve dünya pazarlarına açılmasına bağlıdır. Çevresi, kendisine düşman yönetimlerle çevrili olduğu için, bu konuda büyük güçlüklerle karşılaşması kaçınılmazdır. Bu bakımdan Türkiye’nin durumu çok önemlidir. Kürdistan’ın dış dünya’ya ve özellikle Avrupa’ya açılan en önemli kapısı Türkiye’dir. Türkiye, milliyetçi iktidarların yönetiminde olduğu sürece, hem Kürdistan’ın varlığı ve istikrarı için bir tehdit olma özelliğini sürdürecek ve hem de Kürdistan’ın dışa açılması güçleşecektir. Oysa AB üyesi demokratik bir Türkiye, kendi içindeki Kürt sorununu halletmiş olacağı için, Kürdistan’ın en büyük ve güvenilir müttefiki olacak, Kürdistan’ın istikrarında ve gelişmesinde büyük rol oynayacaktır. Savunacağı evrensel demokratik değerlerle, komşu ülke rejimlerini de etkileyerek , oradaki Kürt toplumlarının mücadelesine büyük katkı sağlayacaktır. Bunun gerçekleşmesi, Türkiye’deki Kürtlerin izleyeceği politikalara bağlıdır. Bugün Türkiye, islamcı bir hükumet ile Kemalist bürokrasi tarafından yönetiliyor. “İktidar bloku”nu oluşturan bu iki gücün ortak noktası Türk milliyetçiliğidir. İkisi de Kürt kimliğini tanımak ve Kürdistan gerçeğini kabul etmek istemiyor. Hükumetin AB’den müzakere tarihi almak için gösterdiği çaba bizi yanıltmamalıdır. Bunu, askeri darbelere karşı güvence sağlamak ve yabancı yatırımları çekmek için yapıyor. Milliyetçi ve dinci özellikleri nedeniyle, bundan sonra Kürt, Kıbrıs, azınlık sorunları gibi konularda istenilen adımları atmayacak , müzakereler sürüncemede kalacak ve belki de kesilecektir. Türkiye, bu “iktidar bloku”nun yönetiminde olduğu sürece hem Türkiye’deki Kürt sorunu bir çözüme kavuşmayacak ve hem de Kürdistan dışa açılmada güçlüklerle karşılaşacak ve sürekli bir Kuzey tehdidiyle yaşama durumunda kalacaktır. Oysa Türkiye’de bugünkü iktidarın yerini alacak demokratik bir iktidar potansiyeli vardır. İktidar alternatifi olacak güçlü bir demokratik muhalefet hareketini oluşturmak için iç ve dış şartlar da elverişlidir. Ancak bunun başarısı, Kürtlerin bu legal ve demokratik muhalefet hareketi içinde yer almasıyla, hatta ona öncülük etmesiyle mümkündür. Türkiye’de Kürtlerin yer almadığı demokratik bir muhalefet hareketinin başarı şansı yoktur. Ama, ne yazık ki, Kürtlerin gücü ve enerjisi, şiddet ve silahlı hareket alanında harcanmakta ve bugünkü milliyetçi, baskıcı, Kürt karşıtı iktidarın devamına yardımcı olunmaktadır.

Bugünkü duruma nasıl gelindi ve bu nasıl aşılacak ? Türkiye’de 1960 sonrası nisbi demokratikleşme ortamında, Türk muhalefet hareketleriyle birlikte Kürtlerin de bilinçli ve orgütlü mücadelesi büyük bir ivme kazandı. Bu, devlet iktidarını telaşlandırdı. Demokrasi ve insan hakları mücadelesi iktidarın yumuşak karnıydı. Bu alanda yenilmesi mukadderdi. Klasik bir oyun oynandı. Muhalefet hareketleri ilegal alana, şiddet alanına çekildi. Bir isyan ortamı hazırlandı. Kürt gençleri silah alıp dağa çıktılar, Kürt halkı da kendisini bu isyan hareketinin içinde buldu. PKK hareketi bu şartların sonucu olarak doğup gelişti. Hem Kürtler ve hem de Türk Halkı bakımından savaşın bilançosu çok ağır oldu. Onbinlerce insan öldü, yaralandı, sakat kaldı. Binlerce Kürt, faili meçhullere kurban gitti. Binlerce köy yakıldı, milyonlarca Kürt insanı göçe mecbur edildi, büyük kentlerin varoşlarında yoksulluğa ve sefalete mahkum edildiler. Sokaklara terk edilen onbinlerce Kürt çocuğu, suç örgütleri tarafından eğitilip kapkaççı ve tetikçi olarak kullanılıyor. Eğitimde de büyük kayıplar oldu. Bir kuşağın önemli kesimi alfabeyi bile tanımadı. Okuma olanağını bulan kesimin ise üniversite girişinde yolu tıkandı. Suçlu olan kimdi ? Elbetteki demokrasiye karşı olan ve isyan ortamını yaratan iktidarlardı. Kim kusurluydu ? Kürt halkının muhalefet hareketini örgütlemede yetersiz kalan Kürt politikacıları ile gelişmeleri doğru değerlendiremeyen Kürt aydınlarıydı. Yaratılan politika boşluğunda, iyi niyetli, fakat deneyimsiz olan geçlerden fazla bir şey beklenemezdi. Bütün bu gelişmelerden yalnız PKK’yi sorumlu tutmak ve PKK hareketi içinde yer alanları suçlamak doğru değildir. Bugün gelinen noktada kimin suçlu veya suçsuz olduğunu tartışmak gerekir, ama önemli olan durumun ne olduğu ve ne yapılabileceğidir.

İktidar, legal demokratik Kürt hareketlerini kısıtlarken, PKK yönetimi de legal alanı bağımsız düşünen ve hareket eden Kürt politikacılardan ve aydınlardan “temizledi”. Siyaset alanı bir kısım profesyonel Kürt politikacılarının tekelinde kaldı. Kürt hareketinin yarattığı rantların bölüşümü de bu alana ilgiyi artırdı. Bu grubun entelektüel seviyesi çok düşüktü. Türkiye, bölge ve dünyadaki gelişmeleri doğru değerlendirebilecek, gerçekçi, uygulanabilir politikalar, projeler üretebilecek kapasitede değillerdi. Kürt aydınlarını dışlayan bu gruplar, milliyetçi Türk soluyla ittifaklar kurup, onların ideolojik penceresinden olaylara bakıyor, Kürt düşmanı milliyetçi akımların ve politikaların paralelinde hareket ediyorlar. Örneğin, Kürtlerin gerçekleşen rüyasına, Kürdistan’daki oluşuma ikinci İsrail suçlamasıyla karşı çıkıyorlar. Kürtler, 3 dönemdir, bağımsız adaylarla seçime girip en az 30-40 milletvekili ile Parlamentoda temsil edilebilir ve sorunlarının tartışmasını sokaktan kurtarıp parlamento çatısı altına taşıyabilirlerdi. Bu profesyonel grup ve PKK yönetimi, bağımsız adayları ihanetle suçlayıp seçilmelerine engel oldular ve Kürtleri Türkiye’nin politik hayatından dışlayıp etkisiz hale getirdiler. Koalisyon Güçlerinin Irak’a müdahalesi, Kürt toplumunun önündeki büyük bir engeli kaldırmıştır. Ama Kürdistan’ın Irak devletini de yönetme yeteneğine sahip lider ve yönetici kadroları olmasaydı ve Kürtler kendilerini en iyi şekilde yönetebileceklerini ispat etmemiş olsalardı, Kürt Halkı bugün başka güçlerin yönetiminde olurdu. Türkiye’de ise profesyonel Kürt politikacıları ve bir kısım aydınlar, rant alanlarını tekellerine almak için siyaset ve sivil toplum alanlarını kendi dışlarında bulunan Kürt siyasetçi ve aydınlarına kapattılar. Seçilen parlamenterler, bir gösteri uğruna, Kürt sorununun çözümünde önemli olan, parlamentonun etkili gücünü kullanamadılar ve tarihi bir fırsatı harcadılar. Seçilen belediye başkanları da, birkaç istisna dışında, başarısız oldular. Oysa Kürt toplumunda bu görevleri başarıyla yürütebilecek insanların sayısı çok fazladır. Kendini yönetmede hep başarısız örnekler sergileyen bir toplumun taleplerini kimse ciddiye almaz. Kürt kimliği tanınmıyor. Baskılar ve asimilasyon politikaları devam ediyor. Halkımız, yoksulluk ve işsizliğe mahkum edilmiş, eğitim, sağlık ve diğer insani ihtiyaçları yeterince karşılanmıyor. Dağlarda, cezaevlerinde ve yurt dışında onbinlerce Kürt genci ve insanı güç koşullar içinde ömür tüketiyor. Bugün gündemde bunların hiç biri yoktur. Kürtlerin hiçbir sorunu tartışılmıyor ve çözüm araştırılmıyor. İktidarın da bilinçli yönlendirmesiyle, Kürt politikası Öcalan’a bağımlı hale getirilmiştir. Öcalan taraftarları, onun affına kilitlenmişler.Öcalan’ın affı Kürt Halkının tek sorunu haline getirilmiştir. Oysa bugünkü iktidar döneminde Öcalan’ın affının mümkün olmadığını herkes biliyor. Diğerlerinin tek yaptıkları ise Öcalan’ı suçlamak ve bütün kötülüklerin kaynağı olduğunu ispatlamak. Türkiye’deki Kürt hareketlerinin en büyük zaafı, tepki hareketleri olmalarıdır. Devlete tepki, PKK’ya tepki, ABD’ye tepki, Öcalan’a tepki gibi. Bu tepki hareketleri, gerçekçi ve uygulanabilir politikalar ve çözümler üreten hareketlerin oluşumu ve gelişimini de engelliyorlar.

Çizilen tablo olumsuz. Buna bakıp umutsuzluğa kapılmamak gerekir. Türkiye’deki Kürt toplumu bu profesyonel Kürt politikacılarından ibaret değildir. Halkımız felaketleri yaşayarak, acı çekerek doğruları öğreniyor. Rantçı anlayışlardan uzak, dünyadaki gelişmeleri doğru değerlendirebilen, doğmalara, düşünce kalıplarına ve lider kültüne bağlı olmayan aydınların ve mahalli halk liderlerinin sayısı da az değildir. Bunların harekete hakim olmaları, AB üyesi laik ve demokratik bir Türkiye’nin iktidarında önemli bir unsur olarak yer almaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Fakat bugün savaş ve şiddet ortamından kaynaklanan birtakım güçlükler vardır. Lider kültü ve Kürtlerin izolasyonu gelişmelerin önündeki büyük engellerdir.

PKK’nin lider kadrosu ve profesyonel Kürt politikacıları bir “lider kültü” yarattılar. Öcalan’ın söylediklerini tartışmasız mutlak doğrular, onun ütopyalarını gerçek kabul ettiler. Kimsenin düşünmesine, okuyup, çalışıp fikir üretmesine gerek yoktu. Her konuda doğruları bilen liderin söylediklerine uymak ve bunları uygulamak yeterliydi. Bir lider kültü yaratılıp halk bu lidere bağlanırsa, toplumda düşünme, tartışma yok edilirse, o halk köleleşir ve kendini yönetmede acze düşer. Lider kültü kurumlaşmayı da önler. Kurumlarını oluşturmayan bir toplum gelişemez, geri, ilkel bir topluluk olarak kalır. Çağımızda en geri toplumlar bile bunun bilincindedirler ve bu hataya düşmüyorlar.

Türkiye’de Kürt halkının önemli kısmı gettolara kapanmış, diğer toplum kesimlerinden soyutlanmıştır. Kürt kimliğine, diline, kültürüne yapılan baskılar, Türk medyasının ve Türkiye siyasi partilerinin milliyetçi tutumları izolasyonu güçlendirmiştir. Bütün bunlar, Kürt toplumunun kendi iç ilişkilerine, farklı düşünmeye ve tartışmaya imkan verilmeyen totaliter bir anlayışı hakim kılmıştır. Bu, hem Kürt toplumunun gelişmesini engelliyor ve hem de Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde büyük bir engel oluşturuyor. Bir ülkenin bir kesiminde , totaliter nitelikte ilişkiler hüküm sürüyorsa, orada demokrasiden söz edilemez.

Bunların giderilmesi PKK sorununun barışçı çözümüne bağlıdır. Dağda, cezaevlerinde, yurt dışında bulunan ve çatışmalarda hayatlarını kaybeden onbinlerce PKK’linin anne, baba, kardeş ve yakınlarının örgütle gönül bağları vardır. Yüzbinlerce insan bir dayanışma duygusu içinde, yöneticilerin ve profesyonel politikacıların hareketlerini sorgulamadan örgütü destekliyor. Onların ve çocuklarının adına rantlardan istifade edenler politikaları belirliyor. Bu da Kürt siyasetini tabii mecrasından çıkarıp yanlış istikametlere sürüklüyor. Türkiye, barış ve istikrarı tesis için PKK sorununu çözmek zorundadır. Çözümün tek yolu da koşulsuz genel siyasi aftır. Bunun dışında bir çözüm düşünülmemelidir. Şoven milliyetçi güçlerin imha planları daha büyük yeni sorunlar yaratacaktır. Bu gençler bizim çocuklarımızdır. Elbetteki onlara sahip çıkacağız ve katliama girişmek isteyenlerin yakasına yapışacağız. Onlar silahı ve şiddeti bırakıp özgür birer vatandaş olarak aramıza katılmalı ve legal siyaset alanında yer alıp ülkemizin kalkınmasına ve toplumumuzun demokratikleşmesine katkıda bulunmalıdırlar.

Kürt toplumu, içine hapsedildiği kalıpları kırarak dışa açılmak, kendi kimliğini koruyarak diğer toplum kesimleriyle bütünleşmek, toplumsal ilişkilerin her alanında demokratikleşmek, serbest bir tartışma ortamında dogmalardan kurtulup “ortak akıl” ile bilimsel ve gerçekçi politikalar üretmek zorundadır. Çağımız bilgi çağıdır. Bilgi en etkili araç ve en büyük güçtür. Kürtler, bilgi teknolojisinin muazzam gücünü, gençlerimizin yaratıcı ve üretici yetenekleriyle birleştirmelidirler. Ütopyaların, efsanelerin peşinde sürüklenerek, tarihin getirdiği önemli bir fırsatı harcarsak çok yazık olur.

80 yıllık milliyetçi eğitim sisteminin etkisiyle, “Kürt” ve “Kürdistan” kelimeleri, Türk toplumunda tehlikeli kavramlar olarak kabul edilmektedir. Kürdistan ise, ilkel aşiret yapısının hakim olduğu, Türkmenlere hayat hakkı tanımayan, Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden geri bir bölge olarak tanıtılmaktadır. Türk medyası ve milliyetçi çevreler, Kürdistan’ın ikinci bir İsrail olduğu propagandasını yaymaktadırlar. Kürt medyası ve çoğu Kürt grupları da bu haksız imajın oluşmasına yardımcı olmaktadırlar. Oysa, laik, demokratik federe bir Kürt oluşumu, hem demokratik ve istikrarlı bir Irak Cumhuriyeti’nin yeniden yapılanmasına ve hem de bölgede güven ve istikrarın sağlanmasına yardımcı olacak ve Türkiye güneyde, güvenli ve istikrarlı bir sınıra ve komşuya sahip olacaktır. Türkiye için Kürdistan’ın, Arap toplumlarına da açılımı sağlayacak bir Pazar olarak önemi büyüktür. Kürdistan için de Türkiye, dünyaya ve özellikle Batı’ya açılan bir kapı olarak önemlidir. Türkiye ve Kürdistan, bunun bilincinde olarak ilişkilerini milliyetçi şartlanmaların ve önyargıların ipoteğinden kurtarıp, çağdaş insani değerlere dayalı, her iki tarafın yararına olacak realist bir zeminde geliştirmelidirler. Bunun gerçekleşmesi için Kürdistan’ın Türkiye’deki imajınınm değişmesi ve gerçek kimliği ile tanınması gerekmektedir. Kürdistan’ın moderneleşen laik, demokratik ve çoğulcu sistemini tanıtmak, azınlıkların ve özellikle Türkmenlerin en geniş hak ve özgürlüklere sahip oldukları gerçeğini, Kürdistan halkı ve yönetiminin, Türkiye’nin bütünlüğüne , istikrarına ve kalkınmasına verdikleri önemi, Türk kamuoyuna, inandırıcı ve etkin şekilde anlatmak gerekiyor. Bunun için hem Kürdistan yönetimi ve hem de Türkiye Kürtleri gerekli çabayı göstermelidirler.

Her alanda kurumlarını oluşturan, özellikle eğitime ve ekonomiye öncelik veren laik ve demokratik Kürdistan’ın varlığını ve gelişmesini sürdüreceğinden, bölgede barış, istikrar ve güvenliğin teminatı olacağından kimse şüphe etmemelidir. Konuşmama son verirken, Kürdistan yönetimine halkına ve sizlere sevgi, saygı ve başarı dileklerimi sunuyorum.

(*) Avukat, Türkiye İsçi Partisi eski genel başkanlarından (TIP)